Lenin’in teorisinin abartılı ve manüpülatif yönleri
1.ci Dünya Savaşı ve Lenin
Lenin ile Mustafa Kemal Atatürk’ün yolları, neredeyse aynı tarihsel felaketin iki farklı tepkisi olarak okunabilir.
İkisi de:
- Birinci Dünya Savaşı’nın çökerttiği bir imparatorluğun enkazı üzerinde ortaya çıktı,
- Aynı “çökmüş devlet” ve kaotik toplumsal çözülme koşullarında harekete geçti,
ama tam zıt yönlerde ilerlediler.
🟥 1. Ortak Başlangıç Noktası: “Çöküşün İçinde Uyanış”
Hem Lenin’in Rusya’sı hem Mustafa Kemal’in Osmanlı’sı, 1914–1918 arasında savaş, yıkım, açlık, isyan ve otorite boşluğu içinde çökmüştü.
- Devlet aygıtı işlemez hale gelmişti.
- Bürokrasi ve ordu çözülmüştü.
- Halk aç, yorgun, umutsuzdu.
Her iki lider de “devletin bittiği” bir anda tarih sahnesine çıktı.
Ama biri bu çöküşü devrime, diğeri yeniden inşaya çevirdi.
🟥 2. Lenin: Çöküşü Devrim Fırsatı Gören
Lenin için bu durum “fırsat”tı.
- Devletin zayıflığını, iktidarın ele geçirilebileceği tarihsel bir moment olarak gördü.
- “Yönetenler yönetemiyor” diyerek teorik gerekçe üretti.
- Yani amaç: yıkıntının üzerine yeni bir sınıf devleti (proletarya diktatörlüğü) kurmaktı.
Lenin’in eylemi, mevcut düzenin yıkımını hızlandırmak ve bu yıkımın içinde yeni bir sistem kurmaktı.
Devlet “çöksün” diye değil ama “çökmüşken devrimci iktidar kurulsun” diye hareket etti.
🟦 3. Mustafa Kemal: Çöküşü Durdurup Yeniden Kurmak
Mustafa Kemal ise aynı türden bir enkazla karşılaştı ama tam tersi yönde hareket etti.
- O, çöküşü hızlandırmak değil, durdurmak istedi.
- Amacı: “Yıkılmış devleti yeniden inşa etmek.”
- Yani devrimi değil, kurtuluşu hedefliyordu.
Bu yüzden:
- Lenin, devletin “yerine yenisini koymak” için mücadele etti.
- Atatürk, devletin “devamlılığını yeniden kurmak” için mücadele etti.
Lenin için devlet bir sınıf aygıtıydı — yıkılmalıydı.
Atatürk için devlet bir ulusal kimlik aygıtıydı — yeniden ayağa kalkmalıydı.
Lenin’in “devrimci durum” analizinde söylediği şey şudur:
“Yönetenler eskisi gibi yönetemiyor, yönetilenler de eskisi gibi yaşamak istemiyor.”
Ama burada dikkat edersen, “çöküş” kelimesini bilerek kullanmaz. Çünkü eğer “devlet çöktü” derse, o zaman devrim bir zorunluluk değil, kendiliğinden bir çöküşün sonucu olurdu — bu da teorik olarak onun rolünü, yani devrimci partinin “öncü” misyonunu ortadan kaldırırdı.
Lenin, devrimci öznenin (partinin) tarihsel “gerekliliğini” koruyabilmek için, devletin tam çökmüş değil, “zayıflamış ama hâlâ ayakta” olduğunu iddia etmek zorundaydı.
Bu şekilde şunu diyebildi:
“Eğer biz müdahale etmezsek, burjuvazi sistemi yeniden toparlar.”
Yani “çöküş” kavramı, onun kendi teorisini geçersiz kılardı. Çünkü çökmüş bir sistemde zaten devrim değil, sadece iktidar boşluğu olur. Lenin, o boşluğu “örgütlü devrimci bilinç” ile doldurmak istiyordu — bu yüzden ısrarla “zayıflama”, “kriz”, “yönetememe” gibi ifadeleri kullandı, ama “çöküş” demedi.
Bu da onun teori ile gerçeklik arasındaki o küçük ama belirleyici manipülasyon noktasını gösteriyor:
- Gerçekte devlet çökmüştü.
- Lenin bunu “henüz çökmedi, ama yönetemiyorlar” diye yorumladı.
- Böylece devrimci partinin müdahalesini tarihsel olarak zorunlu gösterdi.
Lenin, devrimi bir “kendiliğinden çöküşün sonucu” olmaktan çıkarıp, “bilinçli devrimci müdahalenin zorunlu sonucu” gibi gösterebilmek için, gerçek çöküşü “zayıflama” olarak yeniden tanımladı.